Yarın akşam Valencia'ya gidiyorum. :)
Hem de Nieves ve ailesiyle.. 1 gece kalacağız orada. 1 Kasım sabahı Cristina'nın konseri var. Onu dinleyeceğiz. Ardından şehri gezeceğiz. Nieves'ler daha önceden gittikleri için her yeri biliyorlarmış. 1 gün tam yetmez ama önemli yerleri görsem yeter zaten.
Benim için önemli olan "deniz". Bina filan umurumda değil şu anda. Denizi özledim. Şöyle 2 dakika çıtımı çıkarmadan dinleyeceğim denizi...
Valencia nedir, ne değildir? :
http://tr.wikipedia.org/wiki/Valensiya :)
30 Ekim 2012 Salı
28 Ekim 2012 Pazar
Madrid + Elif / 13-14-15 Ekim
Elif 12 Ekim gecesi Tarragona'dan yataklı trene bindi. Saat 07:20'de Madrid Chamartin tren istasyonun'da indi.
Ben de 13 Ekim sabahı saat 6'da kalkıp, 6'yı çeyrek geçe evden çıktım. Hava karanlık tabi. Fuenlabrada tren istasyonuna gidip Atocha trenine bindim. Atocha'dan 1 nolu açık mavi Pinar de Chamartin hattına aktarma yaptım. Yol hesapladığımdan uzun sürdü. Bu yüzden 07:30'da değil de 07:55'te Chamartin'de olabildim. Elif'le metro istasyonunda buluştuk.
Birbirimize bir koşuşumuz vardı. :) Bir sevindik bir sevindik. Madrid'in ortasında Türkçe sevinmek de ayrı bir şeydi tabi. Metro için bilet alıp Sol meydanına gittik. Saat sabahın 8i olunca bomboştu tabi. İkimiz de açtık. Ben biraz da üşümüştüm. Kahvaltı yapacak yer aradık. Bir kaç yer gördük gibi ama içimize sinmedi. ve biz ne yaptık. :)
Gidip Dunkin' Coffee'de donut yiyip çay içtik. :) Ama güzeldi. Elif'le Madrid'de olmak zaten güzeldi.
Sonra aldık haritayı elimize önümüze çıkan her yeri gezdik. (Liste yakında yayınlanacak.)
Saat 10 gibi Fuenlabrada tren istasyonunda indik. Carrefour'a gittik. Ben meyve aldım. Sonra eve geldik. Elif gelirken yolu öğrendi tamamen. :)
Ev arkadaşlarım evdeydiler. Onlarla tanıştırdım. Marta Elif'in geçmiş doğum gününü kutladı. Sonra odama geçtik. Odaya "Feliz cumpleaños" yazılı şeyler asıp bir kaç tane de balon asmıştım. Elif 'bunlar senin mi' diye sordu. Ben de 'hayır senin' dedim. Ama meğersem Elif dolabın üstündeki resimlerimi soruyormuş. :) Ama ben hayır senin deyince onun için olan şeyleri de gördü. :)
Üstümüzü değiştirdik. Çay demledik. Danimarka'dakinden daha enteresan bir çay demleme oldu. :) İki tencereyi üst üste koyduk, üsttekine dem alttakine de su. :D İnce belli gül desenli çay bardaklarımı, altlıklarımı ve çay kaşıklarımı da çıkardım. Elif çok sevindi. :) Elif'e balkona geçmesini söyledim. O balkona geçtiği sırada ben de dolaptaki yaşpastasını çıkardım. Üzerine "22" mumlarını koydum ve yaktım. Marta'ya kaş gözle doğum gününü kutlayacağımızı anlattım. Elif'in beni görebileceği bir yere çıkınca da başladık "happy birthday to youuuuu" diye söylemeye. Herkes duygulandı filan. :)
..............
Ben de 13 Ekim sabahı saat 6'da kalkıp, 6'yı çeyrek geçe evden çıktım. Hava karanlık tabi. Fuenlabrada tren istasyonuna gidip Atocha trenine bindim. Atocha'dan 1 nolu açık mavi Pinar de Chamartin hattına aktarma yaptım. Yol hesapladığımdan uzun sürdü. Bu yüzden 07:30'da değil de 07:55'te Chamartin'de olabildim. Elif'le metro istasyonunda buluştuk.
Birbirimize bir koşuşumuz vardı. :) Bir sevindik bir sevindik. Madrid'in ortasında Türkçe sevinmek de ayrı bir şeydi tabi. Metro için bilet alıp Sol meydanına gittik. Saat sabahın 8i olunca bomboştu tabi. İkimiz de açtık. Ben biraz da üşümüştüm. Kahvaltı yapacak yer aradık. Bir kaç yer gördük gibi ama içimize sinmedi. ve biz ne yaptık. :)
Gidip Dunkin' Coffee'de donut yiyip çay içtik. :) Ama güzeldi. Elif'le Madrid'de olmak zaten güzeldi.
Sonra aldık haritayı elimize önümüze çıkan her yeri gezdik. (Liste yakında yayınlanacak.)
Saat 10 gibi Fuenlabrada tren istasyonunda indik. Carrefour'a gittik. Ben meyve aldım. Sonra eve geldik. Elif gelirken yolu öğrendi tamamen. :)
Ev arkadaşlarım evdeydiler. Onlarla tanıştırdım. Marta Elif'in geçmiş doğum gününü kutladı. Sonra odama geçtik. Odaya "Feliz cumpleaños" yazılı şeyler asıp bir kaç tane de balon asmıştım. Elif 'bunlar senin mi' diye sordu. Ben de 'hayır senin' dedim. Ama meğersem Elif dolabın üstündeki resimlerimi soruyormuş. :) Ama ben hayır senin deyince onun için olan şeyleri de gördü. :)
Üstümüzü değiştirdik. Çay demledik. Danimarka'dakinden daha enteresan bir çay demleme oldu. :) İki tencereyi üst üste koyduk, üsttekine dem alttakine de su. :D İnce belli gül desenli çay bardaklarımı, altlıklarımı ve çay kaşıklarımı da çıkardım. Elif çok sevindi. :) Elif'e balkona geçmesini söyledim. O balkona geçtiği sırada ben de dolaptaki yaşpastasını çıkardım. Üzerine "22" mumlarını koydum ve yaktım. Marta'ya kaş gözle doğum gününü kutlayacağımızı anlattım. Elif'in beni görebileceği bir yere çıkınca da başladık "happy birthday to youuuuu" diye söylemeye. Herkes duygulandı filan. :)
..............
Epeydir yaz-a-madım!
Allah'ım yarabbimmmm...
3 haftayı geçmiş ki ben yazmamışım. Zaten 1 aydır buradayım. :)
Her gün beynimden milyonlarca cümle geçiyor "bunu yazmalıyım" şeklinde. Sonrasında beynim bunları yazdığımı farz ediyor olmalı ki yazma hissim gidiyor.
Aslında hep yazmak istiyorum da zamanım olmuyor. Geçen hafta sonu zamanım vardı ama sağlığım yoktu. Öndeki hafta sonu Elif buradaydı. Önceki hafta sonu sadece dinlendim. :)
Zaten sadece hafta sonu yazabilirim onlarda da böyle şeyler oluyor işte.
Bugün ve dün evdeydim. Ama dün tüm gün yemek yaptım, yemek yedim ve Leyla ile Mecnun izledim. O yüzden yazmak istemedim. Ha biraz da İspanyolca çalıştım.
1 ay oldu ama ben Danimarka'da öğrendiğim İspanyolca'ma sadece kelimeler ekleyebildim. Nerede cümlelerim??? Feli'ye ve Nieves'e diyeyim de sadece İspanyolca konuşsunlar benimle. Ben de yarı İngilizce yarı İspanyolca yaparım bir şeyler. :)
Yazmaya nereden başlasam bilmiyorum. Belli başlı şeylerim var aslında yazacak. Mesela ayrı bir yazıda Elif'le Madrid gezimizi yazmam lazım. Sonra ayrı bir blog açıp okulda öğrettiklerimi yazmam lazım. Halloween apayrı bir konu zaten. İspanyolca kursum da var. :D Daha daha dahası da var aslında.
Şimdi başlıyorum. :D
3 haftayı geçmiş ki ben yazmamışım. Zaten 1 aydır buradayım. :)
Her gün beynimden milyonlarca cümle geçiyor "bunu yazmalıyım" şeklinde. Sonrasında beynim bunları yazdığımı farz ediyor olmalı ki yazma hissim gidiyor.
Aslında hep yazmak istiyorum da zamanım olmuyor. Geçen hafta sonu zamanım vardı ama sağlığım yoktu. Öndeki hafta sonu Elif buradaydı. Önceki hafta sonu sadece dinlendim. :)
Zaten sadece hafta sonu yazabilirim onlarda da böyle şeyler oluyor işte.
Bugün ve dün evdeydim. Ama dün tüm gün yemek yaptım, yemek yedim ve Leyla ile Mecnun izledim. O yüzden yazmak istemedim. Ha biraz da İspanyolca çalıştım.
1 ay oldu ama ben Danimarka'da öğrendiğim İspanyolca'ma sadece kelimeler ekleyebildim. Nerede cümlelerim??? Feli'ye ve Nieves'e diyeyim de sadece İspanyolca konuşsunlar benimle. Ben de yarı İngilizce yarı İspanyolca yaparım bir şeyler. :)
Yazmaya nereden başlasam bilmiyorum. Belli başlı şeylerim var aslında yazacak. Mesela ayrı bir yazıda Elif'le Madrid gezimizi yazmam lazım. Sonra ayrı bir blog açıp okulda öğrettiklerimi yazmam lazım. Halloween apayrı bir konu zaten. İspanyolca kursum da var. :D Daha daha dahası da var aslında.
Şimdi başlıyorum. :D
8 Ekim 2012 Pazartesi
Çizmeli Kedi
Plan yapıp, ders anlatıp uyumaktan vakit kalmıyor pek yazmaya. :)
Şu alttaki linkte ilk dersimin videosu var. :) PUSS-IN-BOOTS! / ÇİZMELİ KEDİ
http://www.youtube.com/watch?v=42z3cJy0goY&feature=youtu.be
Şu alttaki linkte ilk dersimin videosu var. :) PUSS-IN-BOOTS! / ÇİZMELİ KEDİ
http://www.youtube.com/watch?v=42z3cJy0goY&feature=youtu.be
2 Ekim 2012 Salı
Puss-in-boots - Çizmeli Kedi :)
Yakında videosunu da koyacağım buraya. :) Ben anlatırken Feli video çekti. Mari Nieves de fotoğraf. :)
Bahab
“I could not come here, if you
hadn’t existed,
I could not love this city,
I could not understand its way… “
When I saw my little “windmill” in
the balcony, I remembered that song. Then it came to my lips. If he hadn’t been,
I could not come here, I would not want it. But I am in Madrid, in his
city. I am sick. I have fever. My throat is terrible and I am alone. But anyway
it is nice. It is nice although he enjoys without knowing that I am thinking
these. He must enjoy. Did not I want him to be with met o make him happy? So he
must enjoy. With me or without me, it doesn’t matter. I am also smiling because
I know that he enjoys. I think I am a more tolerable person, as if I hadn’t got
pains because of my being a tolerable person. I am scared that the more I love
here and the people living here, the more I will love him. I must have an end.
When I recall him, he must leave a kind smile on my lips and go. He mustn’t
bring tears then.
I came here to leave the Mediterranean
Sea behind, when he had already put Atlantic Ocean between us.
I am in Spain and I started to write
something again. Actually that is enough!
1 Ekim
01 Ekim 2012
- 21:27
Şuan kusmak
istiyorum. L
Hiçbir şey elimizde değil. Sıkıldım böyle olmasından. Çok hem de. Midem
bulanıyor ne zaman böyle hissetsem.
Hiçbir şey
yapmak istemiyorum.
22:54
Bu sefer
heyecandan midem kötüleşti. Yarın ders anlatmaya başlıyorum. Ben ki kaç kez
ders anlattım ya. Hem de hepsi iyi geçti. Evet, Yeter, hepsi değil. J Ama o sınıftaydı
sorun, bizde değil. Beni cırlarken görmeye alışkın olmayınca gülüşün geldi
gözümün önüne. Çocukların da seni görüp daha da coşması. J Yani o sınıf hariç
hepsi çok iyiydi. İlk kez ders anlattığımız 4ler bile mükemmeldi.
Hem
Danimarka’da da ders anlattım ben. Kaç kere hem de. J
Yarınkiyse
mükemmel olacak. Çünkü daha 3 yaşındalar. Gerçi beni korkutan da bu. Ya beni
anlamazlarsa? Evet, zaten anlamayacaklar da ya hiç anlamazlarsa. J Aman Allah’ım!
Çizmeli Kedi
oluyorum yarın. Şapkam, çoraplarım, botlarım ve maskemle mükemmel bir kedi
olacağım. Zaten yapacağım şey hikayeyi anlatmak. Sonra da hikayedeki kelimeleri
göstermek. Zaman çok uzun ama. Gerçi goodbye song yetişir imdadıma. J Baktım çok zaman var,
3 kere dinleriz. J
Veee bugün
öğrendim kiiii 5. Sınıflara ders anlatacakmışım. İlk günler anlatmazmışım, bu
yüzden rahat olmama lazımmış. Feli böyle söyledi. Sorun şu: İngilizce
öğretmeyeceğim. İngilizce konuşarak Fen bilgisi öğreteceğim. J Evet ilgimi çeker
zaten ama ben ne biliyorum ki ne öğreteyim.
Hem de İngilizce. L
Yarın öğretmenle ve sınıfla tanışacağım. İki tane 5. Sınıfa gireceğim.
Bunlardan birisi Feli’nin oğlu Carlos’un sınıfı. J
Feli, Carlos’un bu duruma çok sevineceğini söyledi.
Az önce
Raquel’in odasına gittim. Evet evet, adını öğrendim sonunda. Gerçi öğrenmiştim
ama unutmuştum. Telefon numaramı verdim, onunkini aldım. Ve adını yazmasını
istedim. J
İnterneti de
sordum. Cumartesi arayıp konuşmuş zaten. Yarın ya da sonraki gün internetimiz
olacakmış. J
Çok sevindim!
Asıl olaya
bak sen! 15 Ekim’de Madrid’de tüm Comenius asistanlarının toplantısı var. J Elena benimle gelecek.
Elif de gelecektir büyük ihtimal. J
Gruptakileri de göreceğim. J
Çok sevindim.
Ayın 7sinde
de Madrid-Barça maçı var. Feli’ye soracağım, belki onlar da izlemek isterler.
Eğer onlarla olmazsa başka birini bulurum herhalde izleyecek. İlk maç bu!
Kaçırmamak lazım.
Eveeet
önemli ayrıntıları verdikten sonra günümüzü anlamaya geçebilirim.
- · 11’de kalkıp, hazırlanıp kahvaltımı yapıp ilacımı içtikten sonra okula gittim.
- · Feli bana İngilizce sınıfını gösterdi. Meğerse benim de bir sınıfım varmış. J Flashcardlar hep birbirine girmiş. Onları düzenledim biraz. Ama o kadar karışık ki yapamadım pek. L 4 ve 5. Sınıflarla bu sınıfta ders işleyeceğim. 3lerle ise kendi sınıflarında.
- · Çocukları evlerine uğurladık arada. Felilerin toplantısı vardı sanırım. Ben kendi sınıfımda yazdıklarım bloga yükledim. PPT için resimler indirdim.
- · Felinin sınıfna gittim. Toplantıları 5 dk sonra bitti. Feli’yle Nieves’e dün aldığım kedi maskesini gösterdim. Çok beğendiler.
- · Hep beraber yemekhaneye gittik. Ama ben bir şey yiyemedim. 1. Nedeni hasta ve tok olmamdı. Ama aç olsaydım da aç kalırdım sanırım. Et yemiyorum. Balık da hiç balık gibi görünmedi gözüme. Tam sebze almak için kaşığı elime aldım ki, içinde et varmış. Kaşığı bıraktım hemen. J Sadece salata alacağımı söyleyince Nieves neden diye sordu. Doğruyu söyledim: aç değilim. Tabi aç olsaydım da yemeyeceğimi söylemedim. Salatanın yanına bir dilim ekmek ve armut aldım. Bir bardak da su.
- · Sınıfa geri döndük. Zaten çocukların gelme saati gelmişti. Ben sınıfta kahvemi içerken, onlar geldiler. Ellerine bardaklarını alıp bana bir şeyler söylemeye başladılar. Tam “No se Español.” diyecektim ki su istediklerini anladım. Hemen sıraya girdiler, her birine su verdim. Feli geldi. Ona su verdiğimi, iyi mi yaptığımı sordum. Mükemmel dedi. J
- · Feli’ye onun sınıfında durup duramayacağımı sordum. Sanırım o beni yanlış anladı. Ama iyi ki yanlış anlamış. J Onun bilgisayarında çalışıp çalışamayacağımı sorduğumu sandı. İşini bitirdikten sonra bilgisayarı bana bıraktı. Çok iyi oldu. Çünkü benim bilgisayarımda feys kaplumbağa gibi. Sanırım wirelesstan kaynaklanıyor. Feyse girdim. Oturum izniyle ilgili ne yapmam gerektiğine baktım. Bana gelen mesajlara cevap verdim. Elifimin mesajı mutlu etti beni. Madrid’deki olaylardan sonra merak etmiş beni. J İyi olduğumu söyledim. Sevgili arkadaşlarıma blogumun linkini gönderdim. J
- · 15indeki toplantı için kaydımı yaptım. J
- · Çocukların çıkma saati geldi. (16:30) Onları kapıya götürdük. Dışarıdayken Feli bana yemekhaneye gidip Dario’yu (emin değilim şuan) sormamı söyledi. İsmi hatırlamam için tekrar etti gülümseyerek. J Gittim, çocuğu sordum. O sırada işler karıştı. Beni tanımadıklarını unutmuşum. Çocuğun benimle gelmesine izin vermediler doğal olarak. J Sonra birisi birilerine sordu filan anlaşıldı durum. Zaten çocuğun annesi de eğer yemeğe başladıysa kalsın deyip gitmiş. J
- · Feli’nin sınıfına döndüğümüzde bir de baktım ki Maribel gelmiş. J Hola dedim ona. Beni tanıdı mı bilmiyorum. J
- · Sonra sınıfıma gidip montumu aldım. Nieves’in sınıfı da hemen karşıda. Ona uğradım. O sırada bana Madrid’e ucuza gitmek için alabileceğim kartın başvuru formunu verdi. Formu nereye vermem gerektiğini çizdi tahtaya. Seninle geleyim mi dedi. Önce gerek yok dedim. Sonra oradakilerin İngilizce bilmediğini öğrenince gelsen iyi olur dedim. Hemen çıktık. J Arabasıyla gittik. Formu verdim. 15 gün içinde gidip alacakmışım. Nieves beni eve bıraktı arabasıyla. J
- · Yolda Fuenlabrada’da sinema olduğunu ama tabi ki İspanyolca olduğunu öğrendim. Kızına sorup hangi otobüsün gittiğini öğrenecek benim için. J
- · Ve cadılar bayramında kostüm giyecekmişiz. J Bir Çin mağazasına gidip istediğimiz şey olabiliriz dedi. J
- · Geldim, çok açtım. Mantarlı pilav yaptım ama olmadı. Anlamıyorum ki neden olmuyor. Bu sefer de çok pişti. Pirinçtendir umarım. J
- · Annemi aradım. 20 dk konuştuk. J
- · Sevimnuruma mesaj attım. Feyse ve mailine baksın diye. Gönderdiğim videoyu izleyince çok güldüğüne eminim.
- · Cemal’i aradım. İtalyanca konuştuk sanki burada hiç yabancı dil duymuyormuşum gibi. J
- · Odaya geldim. Açtım bilgisayarı. Feli kitabı taratıp bana göndermişti. Taktım maskemi. 2 kere anlattım sınıfa anlatıyormuşum gibi. Bence sorun çıkmayacak. J
- · PPTmi de hazırladım. Yarın için hazırım. J
İşte böyleeee! Akşam yemeğimi de yedim. Tüm bunları
yazarken kekik çayımı da içtim. Son ilacımı da alıp yatacağım. Artık yeter. 5
gündür ilaç alıyorum. Hiç bu kadar uzun sürmemişti. Zaten iyiyim. Sadece burnum
birazcık yara oldu. J
Burun akıntım geçti ama.
Hasta Mañana Baby! ;)
Ve son sözlerim: Seni seviyorsam,
bundan sana ne! :p
30 Eylül
30 Eylül 2012
O zaman
Pazar gününe yaptım? Öğleye kadar uyudum ve film izledim. Bu kadar. J
Daha önce
başladığım fakat sıkıldığım bir filmi bitirdim: The good, the bad, the ugly /
İyi kötü çirkin. Sanırım o gün iyi değilmişim. J
Çünkü dün çok hoşuma gitti. J
Çok güzel sahneler vardı. Neden bu kadar beğenildiğini anladım. Gerçekten
insancıl şeyler var içinde. Bir de kötünün kaybetmesi hoşumuza gidiyor. Ama
çirkinin başına gelenlere de üzüldüm. Adam hep ipte. :D
Sonra TVye
bakmaya karar verdim. Jack Nicholson’ı görünce durdum. Çok seviyorum o adamı.
Beni korkuttuğu halde. J
Biraz kurcaladıktan sonra dili değiştirip İngilizce yapabildiğimi fark ettim.
Tabi bunu yapana kadar filmin 3te 1i geçmişti. Sanırım biraz da o yüzden çok
gereksiz bir film olduğu kanısındayım. Bunun da tam adını bilemiyorum. Eastwick
cadıları olabilir. Ben bu kadar çevirebiliyorum. Üzgünüm. J Tuhaftı film. Yarıdan
sonrasında güldüğüm yerler oldu. Özellikle kilise sahnesinde kahkaha attığımı
fark ettim. Ve Jack Nicholson’un kaşlarının korkunç olduğuna kanaat getirdim
tekrar. J
Aaaa bir de
resimlerimi dolabıma yapıştırdım. Çok güzel oldular. Tabi bazı sevgili
arkadaşlarımla fotoğrafım yok. Bilgisayarda hepsi. Onların da adını yazdım. J En yakın zamanda
adresime fotoğraf bekliyorum sevgili Muasses, Ömer ve Sercan. J Eray da demek isterdim
ama Eray’la hiç fotoğraf çekilmedik sanırım. Gülmekten fırsat olmamış olabilir.
Çok özledim Eray’la gülmeyi! L
Onunlayken Trabzon’u özlemiyordum hiç…
Bunlardan
sonra bir Kore filmiyle tatilimi noktaladım: Sekai No Chuskin de aki…. Adamlar
ne yapıp ne edip insanların yapmadığı ama yapsa güzel olabilecek şeyleri
yapıyorlar filmlerinde. Hep güzel bir yanı var. Ya çatlak bir kız oluyor, ya
gerçekten ummadığın bir şey çıkıyor karşına. Gerçekte olmuş mudur diyorum sonra
da olmuştur diyorum hep. Aynı anda hem gerçekten uzak hem hayatın içinden
şeyler oluyor. Bu filmde kızla çocuk birbirlerine kendi doldurdukları kasetleri
veriyorlar. 17 yıl sonra bile dinlediğinde binlerce şey hatırlatabilecek bir
şey bu. Yazı bunu yapamaz ama ses yapar. Neden böyle bir şey yapmadım dedim.
Sonra da Abel’le sadece bir tane videomuz olduğu aklıma geldi. O da Muazzez’in
sayesinde. Hem de bu teknoloji çağında. J
Garip işte.
Yeri
gelmişken Muazzez’immmm… Bir ara konuşalım canım benim. Yarın uzun uzun
yazacağım sana.
İyi geceler şimdi herkese. Uyumam lazım. J
İyi geceler şimdi herkese. Uyumam lazım. J
1 Ekim 2012 Pazartesi
Odam ve evim (devam edecek..)
Evim de her şey gibi çok
farklı. Tam bana göre. En küçük detaylar bile düşünülmüş.
Odamdan başlıyorum bu
sefer. J ne çok büyük ne çok küçük. 1 yatak, oldukça büyük
kahverengi bir kıyafet dolabı, 5 raftan oluşan bir kitaplık, 4 çekmeceli gri komodin, bir çalışma masası, 3 sandalye,
2 ayna(kocaman), kapının arkasında askı, yatağımın başında da küçük bir dolap
var. J ve bu kadar şeyin içinde dans edebileceğim kadar
alan da var.
2 tane priz var. 1ine
3’lü priz takılmıştı ben geldiğimde.
Pencere süper. 2 tane
pencere var. Hem soğuğu hem sesi kesiyor. Bu iki pencere bizimkiler gibi
açılmıyor. Sürgülü. Bu iki sürgülü pencerenin arasında da beyaz panjur var.
Gündüz bile kapattığımda, Trabzon’daki odamın gece halinden daha karanlık
oluyor. J En içte de beyaz şirin bir perdem var. J
Pencerenin altında
kalorifer var. Bizimkilerden daha geniş. Kaloriferin sağ yanında da bir cihaz
var dolaba monte edilmiş. Ama ne olduğunu daha çözemedim. J
Yerler fayans, kocaman
beyaz, üzerinde açık pembe dalgalı çizgiler var.
Duvarlar beyaz boya.
Lambam da küçük bir avize. Işık sarı. J
Veeeeeeee en sevdiğim
bölüm. Hem kapının yanında hem de pencerenin yanında ışık anahtarı var. J Vavien ;)
Ev…
Tüm duvarlar beyaz.
Yerler beyaz fayans, pembe çizgili.
Girişte sağda mutfak var.
Mutfakta da ne ararsan var. Şu filmlerde gördüğümüz ekmek kızartma makinesi
bile var. En yakın zamanda kullanmayı düşünüyorum. J balkona açılan bir kapı var. Balkon çok güzel.
Yeterince geniş. Çamaşır makinesi balkonda duruyor. Ayrıca bir plastik masayla
4 adet plastik sandalye var balkonda. Temizlik malzemeleri de orada duruyor.
Kombi de.
Daha ileride sağda hol
gibi bir yer var. Ikea’dan alınmış koltuklar ve 2 kırmızı masa var. Her yan
kırmızı-beyaz.. Koltukların karşısında TV var. TV duvardan yapılmış dolabın
içimnde duruyor. Dolap yok yani ama duvarı yaparken raflar yapmışlar. Her rafta
da bardaklar filan var. Ben de aldığım çiçeği oraya koydum. J Holün camı tüm duvarı kaplıyor, tavandan yere
kadar. O da sürgülü. Kırmızı perdeleri ve panjuru var. Holde de ‘Vavien’ var. J
Bu holün sol yanında bir
masa var, üzeri cam. Arkasında da derin dondurucu. Yanında da ütü masası.
Sonra bir kapıyla
koridora giriyorsun. Sağdaki ilk kapı benim odam. Bir ilerideki ……’nin odası.
Bu odanın karşısında banyo-tuvalet var. Koridorun tam karşısında da Marta’nın
odası var.
En büyük oda Marta’nın.
Geçen yıl Sevilay orada kalıyormuş. Sanırım diğer iki oda aynı büyüklükte.
Tuvalet de güzel. Orada
da kocaman bir ayna var. 3 adet cam raf var. Lavabo, küvet ve klozet var. İşte
tam bu klozetin yanında ne olduğunu bilmediğim bir şey daha var. Klozet gibi
ama değil. Onun da musluğu var. J İnternetimin olmaması kötü bir şey. L
İşte bu kadar. J
Okul (devam edecek) :)
Okuldan ayrı bahsetmem gerekiyor. Bu sayfada sadece fiziksel
şeylerinden bahsedeceğim. Şuan yazmam lazım çünkü yoksa alışacağım. Tam
alışacağım bir yer çünkü.
Tabi öncelikle Türkiye’ye kıyaslayacağım için, Türkiye’deki
kreşleri çok fazla bilmediğimi söylüyorum. Ama şu sıralar herkesin hakkında bir
şeyler söylediği konuya bir cevabım var. Buraya gelmeden önce de aynı cevabım
vardı ama şuan eminim. 3 yaş eğitime başlamak için çok erken değildir!
Genelden özele doğru gidiyorum. Fotoğraf makinesi aldığımda
fotoğraflarla da göstereceğim.
Okulun binası çok güzel. Karo taşlardan yapılmış. Kreş
bölümü ve ilköğretim bölümü gri, lise kısmı kahverengi. 3 ayrı bahçesi var. Bu
3 bahçenin girişi ve çıkışı ayrı yerlerde. Özellikle kreşteki çocuklar için bu
çok iyi bir şey. Zaten birbirlerini itiyorlar, eziyorlar. Büyüklerle
uğraşamazlar bir de. J
okulun çevresindeki duvarlar ve parmaklıklar sarmaşıklarla kaplanmış. Denedim
olmadı, içeriyi göremedim. J
Kreştekilerin bahçesi kum ve küçük çakıl taşından. İçinde
iki tane park ve bir sürü ağaç var. Bu bahçenin 5te 1i kadar da üstü kapalı bir
alan var. Yağmur yağdığında çocuklar burada oynuyorlar. Ve okula geldiklerinde
burada sıraya giriyorlar. Çıktıklarında da burada bekliyorlar ebeveynlerine
koşmak için. J
Diğer bahçeler normal beton.
İlköğretim binasının en alt katı kreş için ayrılmış. 4 tane
tuvalet var, ikisi kız ikisi erkekler için. tuvaletteki her şey onlara göre
hazırlanmış. Minicikler. İkea’dakilerden daha küçükler. Klozetleri ilk
gördüğümde tutamadım kendimi, bir kahkaha attım. Sıvı sabun sınıflarda duruyor. Ellerini
kurulamak için makine koymuşlar. Kağıtla uğraşmıyorlar.
3, 4 ve 5 yaş grubu var. Her yaş grubu için 3 sınıf var. Her
sınıfın öğretmeni farklı. Öğretmenlerin çoğu İngilizce derslerine de giriyor,
her ne kadar İngilizce konuşamasalar da. Diğer sınıflara da İngilizce
öğretmenleri giriyor İngilizce derslerinde; Feli, Nieves ya da Elena gibi.
Spanish words - Palavras :)
Mutlaka yanlışlar vardır. :) Yavaş yavaş. Piano piano. ;)
Abla usted Ingles?: Do you speak
Ingles?
Ablar: speak
Abrir: open
Adios: bye
Amigo: friend
Bastante bien: pretty good
Bien: good
Buenas noches: good nights
Buenas tardes: good afternoon
Bueno: good
Buenos dias: good morning
Como estas? : How are u?
Como se dise ..... en español? : how do u
say ..... in Spanish?
Como: how
Conose a maria?: Do u know Mary?
Conose a..........: Do you know?
Conoser: to know(regognize/meet
before)
De dónde: where r u from?
De nada: You’re welcome.
Dios: God
Disculpe: Excuse me
donde esta.....? : Where is .......?
Ésta: this/that
Estoy bien: I am fine.
Estoy: I am
Gracias: thank you.
Hasta luego: See you
Hasta manaña: See you tomorrow.
Hola: Hello/hi
La compania: company
La dias: days
La noche: night
Manaña: morning/tomorrow
Mas o menos: a little
Me gusta ria..... : I’d like.....
Me gusta: I like it.
Me llamo..... : My name is....
Mis amigos: my friends
Mucho gusto: nice to meet you.
Muy bien: very good
Muy: very/much/many
Nina: girl
Nino: boy
No intiendo: I don’t understand.
No siento : I am sorry.
Oh, Dios mio! : Oh, my God!
Perdone: pardon me
Podire ablar mas spasio, por favor. :
Could you speak more slowly, please.
Por supuesto: sure
Que tal: how do u do?
Sin: without
Solo: just
Soy: I am
Te gusta: You like.
Te queiro: I love you.
Tu estas: you are
Tu: you
Un mes: one month
Und poko: a little
Usted ablar muy bien en espanñol. : your
spanish is very good.
Y tu?: and you?
Y: and
Anlıyorsun değil mi? :)
Geçen hafta Perşembe olan
olayı hala atlatamamıştım. Sanırım 2 dakika önce geçti gitti. :)
“Anlıyorsun değil mi?”yi
söyleyip dans edince bir şeylerin değiştiğini anladım. İstanbul’un sokaklarında
donarken söylediğimiz şarkı değildi artık. Danimarka’da gece 3’te bisiklet
sürerken seni düşünerek söylediğim de değil.
Madrid’de odamda hasta ve can sıkıtım içinde söylediğim şarkı o.
Umurumda değilsin. İyi ya
da kötü durumda ol, ilgilenmiyorum. İyi olmanı isterim ama herkesin iyi
olmasını istediğim için. Seni sen olarak kabul etseydim hala, iyi olmanı
haketmediğin için üzgün olmanı bile isterdim. Ama şuan istemiyorum. O kadar
yıkıp gittin ki, senin hakkında hiçbir şeyi düşünmek istemiyorum. Seni öbür
dünyada da görmek istemiyorum. Biraz da bu yüzden hakkın filan yok bende.
Kalanı da benim iyi niyetimden, sen hakettiğinden değil. Yine de şanslıymışsın.
Benden sonra senin kaybettiğin hiçbir şey olmamış..
29 Eylül
1 hafta oldu.
İspanya’daki ikinci cumartesim. J Mükemmel!
Ve bu mükemmel günden bir o kadar mükemmel başka bir şey
yapıp “Audrey Hepburn” filmi izledim. Çok güzeldi yine. “How to steal a million
dolar” Kesinlikle izlenilmeli. Bu tür filmleri izledikten sonra şimdinin
romantik komedilerini sevmemem çok normal. İğrenç şuankiler. Kaka. J Tabi “Spanglish”i
bunun dışında tutuyorum. O baş tacım! Ama “Charade”ın yerini de asla alamaz.
Dün gece çok garip şeyler oldu. Sanırım ateşim çıktığı için.
Tuvalete gitmek için kalktım. Ama kalkmadan önce rüya gördüm. Her ne kadar şuan
hatırlamasam da tuhaf oldum uyanınca. Uyumam da epey zaman aldı. İlacımı
alacaktım ama tokken almam gerektiğini okuyunca vazgeçtim. 10’da uyandım sabah.
Panjurumu açtım. Baktım ki yerler kuru. Çok mutlu etti bu beni. Çünkü makarna
ve pirinçten başka bir şeyim kalmadı yiyecek. Markete gitmem lazım. Kara
bulutlar var. Şemsiyemi yanıma alırım yine de. J
İyileşemedim ama hala. Bugün daha iyi hissetmem lazımdı. Ama
olmadı. Ve sanırım ev arkadaşım da hasta oldu. Sabah kahvaltıda çorbamı
içtikten sonra çay yaptım, bir bardak da ona verdim. Bol limonlu bir bardak
çay. J
Hem de benim çayım. Bu seferkinin rengi tam Danimarka’daki gibi oldu, Abel’in
sevdiğinden…
Dünü ve
önceki günün devamını yazamadım. O yüzden bugün(1 Ekim 2012) yazıyorum onları. J
29.09.2012’nin devamı…
Canım çok
sıkıldığından Carrefour’a gittim. Bir sürü şey aldım yine: kedi maskesiJ , domates, vejeteryan
pizza, mutfak için havlu, tuvalet kokusu, çamaşır için deterjan, burnum için
selpak J ,
şeker, boya kalemi ve vileda ucu. J
Eve geldiğim
gibi pizzamı mikrodalgaya attım. 13 dk sonra afiyetle yemeye başladım.
Tabi
izlerken TV izledim. Filmin adının İspanyolcasını biliyorum sadece: La imperia
de sol. Güneş imparatorluğu gibi b,ir şey. Gözlerime inanamadım. Cristian Bale
oynuyor ama çocuk. Bir insan nasıl aynı güzellikte büyüyebilir. Bundan sonra
küçükken güzel olanlar büyüyünce çirkinleşir demeyeceğim. Çok şirindi. Gözleri
dudakları hiç değişmemiş. Konuşması konusunda bir şey diyemeyeceğim çünkü
dublaj izledim. Ama beden dili süpermiş o zaman da. Bilmediğim bir dilde
izlediğim halde genel olarak anladım. J
Uyumadan
önce de ne zamandır izlemek istediğim ama bir türlü kısmet olmayan filmimi
izledim: Yol. Türkçe duymak iyi gelir diye düşünmüştüm. Film de güzel olunca
çok iyi geldi. J
Öyle işte.
Tabi 2 gün sonra yazınca detay filan kalmadı. J
Ki bana sorsam bunların hepsini sanki Pazar günü yaptım. Ama fişler ve sinema
defterim Cumartesi yaptığımı söylüyor.
28 Eylül
Buenos dias!
Saat 11:39. Yarım saat önce
uyandım. Feli mesaj atmış. Boğazımın iyi olduğunu ama burnumun durmağını
yazdım. Ama benim burnum akmaya başladıysa bu yakında iyileşeceğime işarettir. J
Sonra mutfağa geçip kahvaltımı
hazırladım. 1.5 yıldır bir kez bile aklıma gelmeyen şeyi yaptım: ton balıklı
yumurta. Abel yapmıştı Danimarka’dayken. Unutmuşum ama. İspanya’da hatırlayıp
yemek kısmetmiş. J Şuan hem yiyip hem yazıyorum.
Mutfaktaki çöp kutusunun poşeti
yok. Bulamadım poşetleri nereye koyduklarını. Aslında ev arkadaşım TV izliyor
ama beni pek sevmedi sanırım. Ya da yalnız takılmayı seviyor. Hiç konuşmuyor.
Ona da sormadım o yüzden. Bir yere giderse arar bulurum. :D
Buranın pastırma yazı yok mu acaba.
J
Hep yağmurlu. Trabzon’da bu kadar yağmıyor. Denize de kıyısı yok ki. L Utanmasa kar yağacak. Benim
yağmurluk almam da farz oldu. Hatta çok kalın olmayan bir mont bile alabilirim.
Bir dakika önce insanların neden
bilgisayardan bir şeyler izlemek yerine TV izlediklerini keşfettim.
Bilgisayardakini sadece sen izliyorsun. Ama tanımadığın bilmediğin insanlar
olsa da TV’yi o anda başkaları da izliyor. J Yine bir yalnızlık meselesi… Ben
yine de bilgisayardan film izleyeceğim ama. J
Dün gece mükemmel bir film
izledim: The legend of 1900. O kadar değişikti ki. Hikaye, müzik ama en güzel
sahnelerin çekimiydi. Bayıldım. Zafer hocamın önerdiği filmlerdendi. Benim de
herkese önereceklerimden. J İzlemediğim 3 film kaldı. Bu yüzden de bu kadar sevmiş
olabilirim onu. Sevdiğimiz filmler hemen hemen aynı. ;)
Madrid’e gittiğim gibi önce bir
telefon almalıyım. Sonra fotoğraf makinesi. Sonra da Kindle. Eylül bitti ve ben
bu yıl sadece 8 kitap okumuşum. Ne oldu bana? L Ve Kindle’ımı aldığım gibi de
Khalil Gibran’ın bir kitabını okumalıyım.
Feli’ye buradaki sinemaları ve
tiyatroları soracağım. Hafta sonu daha iyi hissederim bence. Bir film izlemek
güzel olur. İngilizce ve İspanyolca alt yazılı. J Danimarka’da çok eğlenmiştim.
İspanyolca kursum
da ayarlanınca zaten boş zamanım kalmaz çok. J
12:58
Yağmur durdu. Ben
de film izleyeceğim şimdi.
27 Eylül
27.09.2012 –
Perşembe – 13:47
Eveeeeet,
bugün evdeyim. Çünkü hasta oldum. 11’e kadar uyumuşum. Cidden hastayım demek
ki, yoksa 8’de dikilirdim ayağa. J
Kalktım ve
Feli’ye durumumun aynı olduğunu fakat dinlediğimde iyi olacağımı yazdım. Yüzümü
yıkıyorken kapı çaldı. Önce bana öyle geldiğini sandım. Sonra yine çalınca
gidip baktım, ev sahibim gelmiş yanında bir kadınla. Kapı kilitliydi, açtım.
Eşiymiş yanındaki. J
2 gün önce imzaladığım kontratı imzalamışlar ve benimkini bana getirdiler. Bir
de kaloriferi ayarlamaya gelmiş. Bana nasıl ayarlandığını gösterdi. Şanslıyım
ki İngilizcesi var. Anlaşabileceğimiz kadar en azından. Ve kelimeleri
anlaşılabilir söylüyor. J
Eşiyle tanıştırdı beni; Ines. Kadın bir şeyler sordu, Andres çevirdi. Çocukları
soru. Çok şirinler dedim. Evi beğendim mi diye sordu. “Me gusta.” dedim. Andres
tebrik etti beni. Onların numaralarını aldım, benimkini onlara verdim. Teşekkür
ettim ve gittiler. J
Yeri gelmişken
bana “İspanya’ya gidiyorsun, kışlık kıyafet alma.” Diyen insanlara sevgilerimle
birlikte öksürüklerimi de gönderiyorum. Bu tarihte kalorifer yakılması normal
ise bu burasının soğuk bir yer olduğu anlamına gelir, değil mi? İyi ki sizi
dinlememişim. J
Kahvaltıda
sebzeli yumurta, kızarmış ekmek yedim ve portakal suyu içtim. Hemen ardından da
ilacımı içtim: gripin! J
Kahve yaptım
kendime. Hastayken içmem iyi olacak mı bilmiyorum. Annemi aradım ama açmadı.
Hilal teyzemi de aradım ve meşguldü, her zamanki gibi. J Marta’ya sordum, kahve
istemedi.
Saat daha 2.
Hasta olduğum için bir yere gidemiyorum. Dinlenmem lazım çünkü. Az önce evdeki
bir kitapta Fuenlabrada haritası buldum. Veeee bizim evi de buldum. Mükemmel
bir şey bu! 2 gündür kaybolup kaybolup evi buluyorum zaten. Bence artık sorun
yaşamam.
Dün Nieves
Feli’ye, Arzum’a söyle Madrid’e gitmesin bugün demiş. Çünkü 2 gün önce
Madrid’de miting olmuş ve polisler coplarla insanları dövmüşler. 25e yakın
kişiyi de içeri almışlar. Bugün 12 haberlerinde sadece özet geçerken gördüm ben
de. Çok kötü bir görüntüydü. Dün gece de bir şeyler olmuş. Tam anlayamadım ama
yine cop ve polis gördüm bir sürü. Niye anlaşamıyoruz ya? Nedir zorumuz?
Aaaaaaaa 3
gündür çözmeye çalıştığım bir şeyi çözdüm şuan. Sabahları ev kolonya kokuyordu.
Ama anlayamıyordum nedenini. Kolonyanın ne olduğunu bile bilmiyorlar çünkü.
Şuan Marta’nın kullandığı kozmetiklerden biri alkol içeriyor bence. Çünkü limon
kokusu yok ama kolonya gibi kokuyor. J
Zaten Clean&Clear yüz temizleme jelinin üstündeki yazı Türkçe. J Tabi Marta bunu
biliyor mu bilmiyorum.
Feli mesaj
attı. Bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormuş. Çok çok şirin ya. J
Şimdilik bu
kadar. Zaten bugün bir şey yapmam heralde. İspanyolca fiillere bakacağım. Bir
de film izlerim. J
Hasta luego!
Adios!
21:41
Türkçe
konuşmak istiyorum. L
Sercan ve Ömer’le konuştum. Sercan Hatay’daymış. Arkadaşının ablasının düğünü
için gitmiş güya. Ama sonra itiraf etti değişiklik olsun diye gittiğini. J Ömer de iş bakıyormuş.
Her zamanki Ömer işte. :p Ona numaramı göndermemişim feysten. Bence gönderdim
ama o görmedi. Eğer göndermişşem biraz uğraşacağım onunla. J
“Halloween”
için 2 tane PPT hazırladım. İnşallah beğenir Feli. Bu konuda pek bilgim
olmadığından şüphelerim var. J
Nieves aradı
beni. Nasıl olduğumu sordu. Daha iyiyim dedim. Yarın da dinlen dedi. Bir şeye
ihtiyacım olursa mutlaka arayacakmışım. J
Sabah
yazdıktan sonra odamı temizledim. Tam temizlik oldu. Bence daha önce hiç bu
kadar temiz olmamıştı bu oda. :D yerleri bezle sildim, ellerimle. Hem de iki
kere, Hacı şakir’le. J
Yatağın, dolapların altını filan da. Sonra ev ayakkabılarımı temizledim. Onları
sadece odamda kullanacağım. Dışarıda terliklerimi giyeceğim. Odamın zemini
fayans olduğundan kilim gibi bir şey almam lazım. Ayaklarımı her zaman bir
şeyin içinde tutamam. Zaten tüm gün ayakkabımın içinde olacaklar. L pervazı da sileyim
dedim ama demez olaydım. O kadar pisti ki. L
Kaç kere yıkadım bezi. Ve hala tamamen temiz değil dış tarafı. Ama umurumda da
değil. J
Raflarımı da
düzenledim. Feli’nin bana verdiği ajandaya gereken şeyleri yazdım. Tatillerimi
de yazdım. J
Öğle
yemeğimde çok güzel pilav yaptım. Yanına da sebze. J ve bir bardak portakal suyu.
“how I met..”i izlerken yedim bir güzel. İngilizce izlerken bu kadar gülmüyorum.
Bunu anlamadığım halde neden güldüğümü de bilmiyorum.
Bir kelime
öğrendim ama izlerken: casar. Casa ev demek. Casar da evlenmek. Aynı
Türkçe’deki gibi. Çok güzel değil mi? Aynı mantık. Mencanta!
Canım çok
sıkılıyorum. Yan odamdakinin arkadaşları geldi. Sürekli gülüyorlar. Gülsünler
tabi de ben burada hasta hasta evdeyim tüm gündür. L
26 Eylül
26 Eylül 2012 – Çarşamba – 19:28
Evin içinde güneş gözlüğümü takarak yazıyorum bu yazıyı.
Çünkü bugün çok üşüdüm ve özlediğim güneşi kaybetmek istemiyorum. Ama gözlerimi
kısmaktan da bıktığım için yarı karanlıkta yazıyorum yani. J
Hasta oldum ben. L
Dün bir anda boğazım ağrımaya başladı. 1 saniye içinde nasıl olur böyle bir
şey? Oldu işte. Sabah da devam ediyordu. Midem de bulandı. Hayatımda 5i
geçmemiştir mide bulantım. İnşallah bu, kötü hasta olacağıma işaret değildir. Hele
uyandığımda yağmur yağdığını da görünce tamamen keyfim kaçtı. Zaten yine 8’de
uyandım. :/
9a kadar oyalandım yine. Üstümü giyip mutfağa gittim. Özel
çayımdan yaptım. Termosumu doldurdum, kalanını da çok sevdiğim bardağıma döküp
içtim. J
10.15’te evden çıktım. 10.33’te okuldaydım. Halim o kadar komikti ki. İki tane
uzun kollu badiyi üst üste giydim. Üstüne baharlık montumu giydim. Boynuma bir
şal astım. Başıma da kulaklarımı kapatmak için mor kulaklığımı giydim.
Rengarenktim zaten. Bej ayakkabı, pembe pantolon, parlak mavi mont, kırmızı
atkı, beyaz çanta ve mor kulaklık. J
Okula vardığımda tenefüse çıkacaklardı. Feli’nin sınıfına
gittim. Yağmur yağdığı ve hava soğuk olduğu için çocuklar hırkalarını
giyiyordu. Bir tanesininki ters dönmüş, benden yardım istedi. Onu giydirdim.
Tabi onu giydirince 2 tanesi daha geldi aynı sorunla. Sonra birisi fermuarını
çekememiş. Ona da yardım edeyim derken önümde uzun bir kuyruk oluştu. Daha dün
hepsi tek başlarına giyinebilirken nedense bugün giyinemediler. J Hepsinin fermuarını
çektim. J
tabi bu sırada hepsine nasıl olduklarını sordum. Heyecandan sen nasılsın diye
sormayı unuttu hepsi tabi. J
Hep beraber dışarı çıktık. 5 dk filan durdum sonra
yemekhaneye gittim. Bir bardak alıp çayımdan koydum. Çok sıcaktı, çocuklar
çarpar üzerlerine dökerim diye orada oturup içtim. Bahçeye geri çıktım, Feli
içeri girdi. J
Elena’yla Blanca’nın sınıfına girdik İngilizce dersi için.
Yine çok güzeldi ders. Akıllı tahtada renkler ve hava durumlarını(weather)
tekrar ettik. Elena, cevap veren her çocuğun elinin üstüne damga vurdu. Damgada
çok şirin bir karakter var ve altında “very good” (çok iyi/aferin) yazıyor.
Kesinlikle öyle bir şey almam lazım. Çocuklar bayıldılar, sürekli birbirlerine
gösterdiler. :)
Sonra “good morning” şarkısını söyledik. Yine aynı adamın.
;) Türkiye’ye gidince yanıma 3-5 İngilizce bilen kişi bulup böyle videolar
çekmeyi planlıyorum. Çok yararlılar bence. Neyse bu şarkı da çok güzeldi.
Sonra aynı adamın “the days of the week” şarkısını açtı
Elena. Çocuklar ilk kez izlediklerinden ben uyum sağlayamadılar. Biz de ilk kez
izledik zaten. Ama 2. İzlemede çocuklarla beraber sözleri ve hareketleri
ezberledik. J Ben
çok eğlendim.
Son olarak da “good bye” şarkısını söyledik. Ama Elena
çocukları ayağa kaldırmadan yaptı tüm bunları. Feli’yse ayağa kalkmalarını söylüyordu
çocuklara. Feli’nin yaptığı gibi yapacağım ben de. J
Sonra Nieves’in sınıfına gittim. Ders İspanyolca’ydı ama
benim de yapacak işim yoktu. Çocukların isimlerinin yazdığı kağıtları kesip,
kitaplarına yapıştırdım. O sırada bir çocuk geldi yanıma. Bir şeyler dedi yine.
İspanyolca bilmediğimi söyledim. Devam etti konuşmaya. Sanırım İspanyolca
bilmediğimi İspanyolca söylemem tuhaf geliyor onlara. J Haklılar bence. J
Çocukları teker teker ebeveynlerine teslim ettik. Sonra
sınıfa döndük. Feli’ye yardım edebileceğim bir şey var mı diye sordum.
Olmadığını söyledi. O kendi işini bitirdikten sonra “Puss-in-boots”a baktık.
Yani “Çizmeli kedi”ye. J
2 gün önce okumam için bana vermişti. Ders planını çıkardık. Kedi olacaüım.
Feli uygun kıyafetleri getirecek. Çok eğleneceğim kesin. PowerPointi çok
sevdiğimi söyleyince çok sevindi Feli. Bir tane PPT hazırlayacağım hikayede
geçen kelimelerle ilgili. Heyecanlandım aslında. Haftaya onu işleyeceğim tüm
sınıflarımda.
Evet, haftaya ders anlatmaya başlıyorum. Çok hızlı oldu, değil
mi? ama böyle. Feli güven kazanmamı istediği için başlıyorum. Ki zaten son 3
gündür de bir şeyler yaptım sınıfta. Çocuklar beni sevdiler, ben de onları
sevdim. Beklemeye gerek yok. Ne kadar erken olursa o kadar çok şey öğrenirim.
Çok şey öğrenmem lazım. Türkiye’min çok eksikleri var. Ki İspanya böyleyse
dünyayla kıyasladığımda aramızda uçurumlar var. Danimarka’yla yaptığım
kıyaslamalar ağlatma durumuna getirmişti beni zamanında.
Ders planımda bir sorun çıktı. Onu konuşmak için müdüre
hanımın odasına gittik. Feliler sorunu çözmeye çalışırken müdüre geldi yine
gülümseyen bir yüzle. Nasıl olduğumu sordu. “muy bien(çok iyi)” dedim. Sonra
İspanyolca bir şeyler dedi. Çoğunu anladım. Sadece ‘muy bien’ demeyi bildiğim
için mi yoksa hep çok iyi olduğum için mi muy bien dediğimi sormuş Nieves’e. J ben de sadece onu
bilmediğimi göstermek için “bastante
bien, bien(oldukça iyi, iyi)” dedim. Göz kırptı ve beni tebrik etti. J
Ders programımdaki yanlışlık düzeldi. Çarşamba günü 45 dk
erken çıkacağım. J
ders planımı çok beğendim. En güzel yanı pazartesi günümün boş olması ve bu
yılki hemen hemen tüm tatillerin Cuma gününe denk gelmesi. J 4 gün tatilim olacak
yani. J
Mutlu oldum!
Daha sonra da işleyeceğim konuları kararlaştırdık Feli’yle.
Kitaplarında sadece hangi seslerin öğretilmesi gerektiği yazıyor. Bunun dışında
öğretecekleri konuları kendileri seçiyorlar. Biz de İspanyolca kitabındaki
konularla paralel gitmeye karar verdik. Çocuklar için de çok iyi olacak bence.
Tek sorunum “Halloween”la ilgili hemen hemen hiç bilgimin olmaması. Hele
“Christmas carol” hakkında bildiğim tek şey Charles Dickens’ın kitabı. J Çok iyi bir ilahi
seçip çocuklara öğretmemiz lazım. Çünkü aileleri onları izlemek için
geleceklermiş. J
Tam benlik! J
İçim daha rahat şimdi. Ne zaman ne yapacağımı biliyorum.
Belirsizlik olacağına zor da olsa bir şey yapacağımı bilmek çok daha iyi.
Önümde bir sürü zaman var. İnternet de yarın ya da sonraki gün bağlanacak.
Marta’yla konuştum 1 saat önce. 30.90 Euro’ya bir internet bulmuşlar. Benim
için fark etmez dedim. Evden eve konuşmak da bedavaymış. J Feli’yi ararsın dedi.
Marta’yla konuşmaktan çok güldük gerçi. Çünkü anlaşamıyoruz.
J Onunla her konuşmamda
en az 5 kelime öğreniyorum. Süper!
Güneş gitti. Batmadı tam ama önümdeki ev kapatıyor onu.
Birazdan kararır hava. Saat 20:13 ve hava aydınlık. J
Okuldan çıkmadan Feli’ye hasta olacağımı, yarın kötü
hissedersem gelmeyebilip bilemeyeceğimi sordum. Tabi ki gelme dedi. Hatta kötü
olursam onu arayacakmışım. O ya da Nieves beni doktora götüreceklermiş. 10 dk
önce de mesaj atmış, nasıl olduğumu sormuş. İlacımı ve çayımı içtiğimi,
dinlendiğim için daha iyi olduğumu söyledim.
Sabah yağmur yağınca şemsiye almam gerektiğini anladım.
Okuldan dönerken carrefour’a uğradım. Dün takip edildiğimi sandığımda gittiğim
yoldan gittim. ;)
Şemsiye aldım, bordo-mavi! Kırmızı mavi daha doğrusu. :D
Not defteri aldım. Boş bir kap aldım, çay koymak için içine.
Ev ayakkabısı aldım. Beyaz etiket aldım, yazısız çizgisiz. Bir şeyler
düşünüyorum onunla ilgili. 1Euroya 2 tane küçük rüzgar gülü aldım. Nedensiz! J veeeeeeeeee limon! :D
limonla kardeş olmam lazım yine iyileşmek için.
Kasaya geldim. Çocuk sormadan poşet istedim. Ama anlamadı.
Parmağımla gösterdim. “Una bosa” dedi. Ben de azcık İtalyancamla anladığım bu
cümleye “Si” cevabını verdim. Parayı verdim. Üstünü ve fişleri bana verirken
bir şeyler dedi ama ben anlamadım. Gülümsedim ve çıktım. J
Oradan kontör almaya gittim. Oradakilerin İngilizce
bilmediklerini bildiğim için not defterime lebara, telefon numaramı ve 20 Euro
yazdım. Kıza gösterdim. Yükledi. 10 Euro da bedava geldi. J kıza 50 Euro verdim.
Bana 46 Euro gibi bir para üstü verdi. Fazlasını geri verdim ama anlamadı bana
tekrar verdi. O sırada yanımdaki kadın ona açıkladı. Şaştığım yanımdaki kadının
anlayıp kızın anlamaması oldu. J
30 Euro’mu alıp gülerek dışarı çıktım. O kadar çok gülmüşüm ki neredeyim diye
çevreme baktığımda olduğum yeri tanımadığımı fark ettim. Ama korkmadım, yer yön
duyguma güvenim sonsuz. Sadece İstanbul’da işe yaramıyor. Dosdoğru devam ettim
yoluma. Khalil Gibran kolejini görünce daha önce buradan Feli’nin arabasıyla
geçtiğimi hatırladım.(başka bir yer olsa hatırlamazdım. Ama Khalil Gibran’ın
adını görmeyi beklemiyordum. Hem de Madrid’de. Takdir ettim İspanyolları bir kez
daha. Biz olsak yapmayız.) Normal gideceğim yolun arka sokağından gidiyordum
yani. 5 dk sonra evimi gördüm ama o gördüğüm yere varmam 15 dkmı aldı. J
Eve zar zor attım kendimi. Odama gittim, Dilara’yı aradım
ilk kez. 6 dk konuştuk. J
Özlemişim pıtırcığı.
Sonra koşarak mutfağa gittim, tabi ki ellerimi yıkadıktan
sonra. Mantarlı bir yemek yaptım hemen, bir tane de ton balığı açtım. 3 dilim
ekmekle oturdum yedim. Öyle güzeldi ki. J
Sonra yine “The bigbang” için TV’nin karşısına oturdum.
Marta geldi o sırada. Üstünü filan değiştikten sonra o da bir şeyler hazırlayıp
yanımda yedi. O yerken konuştuk biraz. Ona kaybolduğumu anlatmam 10 dk sürdü.
Her bir kelime için sözlüğe baktım. J
sonra bana İngilizce öğreten bir kanal olduğunu söyledi Açmasını rica ettim. O
kadar komikti ki. Böyle korku filminden çıkmış gibi bir adam var. İngilizce
konuşuyor ama gözleri filan korkunç. Hiç hoşuma gitmedi. Ya korkuttu ya
güldürdü. Sonra “How I met your mother” başladı. Onu izlerken ben, Marta
şekerli şeyler almak için dışarı çıktı. Sevilay ona “Sen sadece şekerle
besleniyorsun.” diyormuş. J
Geri gelince internet hakkında konuştuk. Yarın gidip konuşacakmış. Sonraki gün
de bağlanır heralde.
Sonra da çayımı yaptım. Bol bol limonlu içtim. Şimdi
termosumdan döküp tekrar içeceğim. İyileşmem lazım haftaya kadar.
Feli bana okulun her yıl onlara verdiği ama hiç kullanmadığı
ajandayı verdim. Öğretmen olarak ilk ajandam olacak bu. Öyle çantama koyduğum
küçüklerden de değil. Büyük ihtimal yanımda taşımaya üşeneceğim ama şimdilik
kullanırım. Çünkü her şey çok karışacağa benziyor. J
Saat 20:36! 1 saattir yazıyorum. Konuşacak birisi
olmadığından ve paylaşmayı sevdiğimden olsa gerek bu hasta halimde yazıyorum.
Tabi Barış Manço da dinliyorum. Ve hangi şarkı şuan?
“Hemşerim memleket nere?” Tam şu anımı ve her anımı
anlatıyor. Sözlere bak ya;
+Hemşerim memleket nere?”
-Bu dünya benim
memleket.
+Hayır anlamadın. Hemşerim esas memleket nere?
-Dedim ya yahu, bu
dünya bizim memleket!
Seni çok seviyorum Barış Abi. Ben şuan burada bu yazıyı
yazıyorsam bunda büyük etkin var. Küçükken seni izlerken, bağıra bağıra
“domates biber patlıcan” söylerken, büyüyünce senin evini defalarca gezerken,
şarkılarını dinlerken bana kattığın şeyler için teşekkür ederim. Mekanın
cennettir umarım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)