26 Eylül 2012 – Çarşamba – 19:28
Evin içinde güneş gözlüğümü takarak yazıyorum bu yazıyı.
Çünkü bugün çok üşüdüm ve özlediğim güneşi kaybetmek istemiyorum. Ama gözlerimi
kısmaktan da bıktığım için yarı karanlıkta yazıyorum yani. J
Hasta oldum ben. L
Dün bir anda boğazım ağrımaya başladı. 1 saniye içinde nasıl olur böyle bir
şey? Oldu işte. Sabah da devam ediyordu. Midem de bulandı. Hayatımda 5i
geçmemiştir mide bulantım. İnşallah bu, kötü hasta olacağıma işaret değildir. Hele
uyandığımda yağmur yağdığını da görünce tamamen keyfim kaçtı. Zaten yine 8’de
uyandım. :/
9a kadar oyalandım yine. Üstümü giyip mutfağa gittim. Özel
çayımdan yaptım. Termosumu doldurdum, kalanını da çok sevdiğim bardağıma döküp
içtim. J
10.15’te evden çıktım. 10.33’te okuldaydım. Halim o kadar komikti ki. İki tane
uzun kollu badiyi üst üste giydim. Üstüne baharlık montumu giydim. Boynuma bir
şal astım. Başıma da kulaklarımı kapatmak için mor kulaklığımı giydim.
Rengarenktim zaten. Bej ayakkabı, pembe pantolon, parlak mavi mont, kırmızı
atkı, beyaz çanta ve mor kulaklık. J
Okula vardığımda tenefüse çıkacaklardı. Feli’nin sınıfına
gittim. Yağmur yağdığı ve hava soğuk olduğu için çocuklar hırkalarını
giyiyordu. Bir tanesininki ters dönmüş, benden yardım istedi. Onu giydirdim.
Tabi onu giydirince 2 tanesi daha geldi aynı sorunla. Sonra birisi fermuarını
çekememiş. Ona da yardım edeyim derken önümde uzun bir kuyruk oluştu. Daha dün
hepsi tek başlarına giyinebilirken nedense bugün giyinemediler. J Hepsinin fermuarını
çektim. J
tabi bu sırada hepsine nasıl olduklarını sordum. Heyecandan sen nasılsın diye
sormayı unuttu hepsi tabi. J
Hep beraber dışarı çıktık. 5 dk filan durdum sonra
yemekhaneye gittim. Bir bardak alıp çayımdan koydum. Çok sıcaktı, çocuklar
çarpar üzerlerine dökerim diye orada oturup içtim. Bahçeye geri çıktım, Feli
içeri girdi. J
Elena’yla Blanca’nın sınıfına girdik İngilizce dersi için.
Yine çok güzeldi ders. Akıllı tahtada renkler ve hava durumlarını(weather)
tekrar ettik. Elena, cevap veren her çocuğun elinin üstüne damga vurdu. Damgada
çok şirin bir karakter var ve altında “very good” (çok iyi/aferin) yazıyor.
Kesinlikle öyle bir şey almam lazım. Çocuklar bayıldılar, sürekli birbirlerine
gösterdiler. :)
Sonra “good morning” şarkısını söyledik. Yine aynı adamın.
;) Türkiye’ye gidince yanıma 3-5 İngilizce bilen kişi bulup böyle videolar
çekmeyi planlıyorum. Çok yararlılar bence. Neyse bu şarkı da çok güzeldi.
Sonra aynı adamın “the days of the week” şarkısını açtı
Elena. Çocuklar ilk kez izlediklerinden ben uyum sağlayamadılar. Biz de ilk kez
izledik zaten. Ama 2. İzlemede çocuklarla beraber sözleri ve hareketleri
ezberledik. J Ben
çok eğlendim.
Son olarak da “good bye” şarkısını söyledik. Ama Elena
çocukları ayağa kaldırmadan yaptı tüm bunları. Feli’yse ayağa kalkmalarını söylüyordu
çocuklara. Feli’nin yaptığı gibi yapacağım ben de. J
Sonra Nieves’in sınıfına gittim. Ders İspanyolca’ydı ama
benim de yapacak işim yoktu. Çocukların isimlerinin yazdığı kağıtları kesip,
kitaplarına yapıştırdım. O sırada bir çocuk geldi yanıma. Bir şeyler dedi yine.
İspanyolca bilmediğimi söyledim. Devam etti konuşmaya. Sanırım İspanyolca
bilmediğimi İspanyolca söylemem tuhaf geliyor onlara. J Haklılar bence. J
Çocukları teker teker ebeveynlerine teslim ettik. Sonra
sınıfa döndük. Feli’ye yardım edebileceğim bir şey var mı diye sordum.
Olmadığını söyledi. O kendi işini bitirdikten sonra “Puss-in-boots”a baktık.
Yani “Çizmeli kedi”ye. J
2 gün önce okumam için bana vermişti. Ders planını çıkardık. Kedi olacaüım.
Feli uygun kıyafetleri getirecek. Çok eğleneceğim kesin. PowerPointi çok
sevdiğimi söyleyince çok sevindi Feli. Bir tane PPT hazırlayacağım hikayede
geçen kelimelerle ilgili. Heyecanlandım aslında. Haftaya onu işleyeceğim tüm
sınıflarımda.
Evet, haftaya ders anlatmaya başlıyorum. Çok hızlı oldu, değil
mi? ama böyle. Feli güven kazanmamı istediği için başlıyorum. Ki zaten son 3
gündür de bir şeyler yaptım sınıfta. Çocuklar beni sevdiler, ben de onları
sevdim. Beklemeye gerek yok. Ne kadar erken olursa o kadar çok şey öğrenirim.
Çok şey öğrenmem lazım. Türkiye’min çok eksikleri var. Ki İspanya böyleyse
dünyayla kıyasladığımda aramızda uçurumlar var. Danimarka’yla yaptığım
kıyaslamalar ağlatma durumuna getirmişti beni zamanında.
Ders planımda bir sorun çıktı. Onu konuşmak için müdüre
hanımın odasına gittik. Feliler sorunu çözmeye çalışırken müdüre geldi yine
gülümseyen bir yüzle. Nasıl olduğumu sordu. “muy bien(çok iyi)” dedim. Sonra
İspanyolca bir şeyler dedi. Çoğunu anladım. Sadece ‘muy bien’ demeyi bildiğim
için mi yoksa hep çok iyi olduğum için mi muy bien dediğimi sormuş Nieves’e. J ben de sadece onu
bilmediğimi göstermek için “bastante
bien, bien(oldukça iyi, iyi)” dedim. Göz kırptı ve beni tebrik etti. J
Ders programımdaki yanlışlık düzeldi. Çarşamba günü 45 dk
erken çıkacağım. J
ders planımı çok beğendim. En güzel yanı pazartesi günümün boş olması ve bu
yılki hemen hemen tüm tatillerin Cuma gününe denk gelmesi. J 4 gün tatilim olacak
yani. J
Mutlu oldum!
Daha sonra da işleyeceğim konuları kararlaştırdık Feli’yle.
Kitaplarında sadece hangi seslerin öğretilmesi gerektiği yazıyor. Bunun dışında
öğretecekleri konuları kendileri seçiyorlar. Biz de İspanyolca kitabındaki
konularla paralel gitmeye karar verdik. Çocuklar için de çok iyi olacak bence.
Tek sorunum “Halloween”la ilgili hemen hemen hiç bilgimin olmaması. Hele
“Christmas carol” hakkında bildiğim tek şey Charles Dickens’ın kitabı. J Çok iyi bir ilahi
seçip çocuklara öğretmemiz lazım. Çünkü aileleri onları izlemek için
geleceklermiş. J
Tam benlik! J
İçim daha rahat şimdi. Ne zaman ne yapacağımı biliyorum.
Belirsizlik olacağına zor da olsa bir şey yapacağımı bilmek çok daha iyi.
Önümde bir sürü zaman var. İnternet de yarın ya da sonraki gün bağlanacak.
Marta’yla konuştum 1 saat önce. 30.90 Euro’ya bir internet bulmuşlar. Benim
için fark etmez dedim. Evden eve konuşmak da bedavaymış. J Feli’yi ararsın dedi.
Marta’yla konuşmaktan çok güldük gerçi. Çünkü anlaşamıyoruz.
J Onunla her konuşmamda
en az 5 kelime öğreniyorum. Süper!
Güneş gitti. Batmadı tam ama önümdeki ev kapatıyor onu.
Birazdan kararır hava. Saat 20:13 ve hava aydınlık. J
Okuldan çıkmadan Feli’ye hasta olacağımı, yarın kötü
hissedersem gelmeyebilip bilemeyeceğimi sordum. Tabi ki gelme dedi. Hatta kötü
olursam onu arayacakmışım. O ya da Nieves beni doktora götüreceklermiş. 10 dk
önce de mesaj atmış, nasıl olduğumu sormuş. İlacımı ve çayımı içtiğimi,
dinlendiğim için daha iyi olduğumu söyledim.
Sabah yağmur yağınca şemsiye almam gerektiğini anladım.
Okuldan dönerken carrefour’a uğradım. Dün takip edildiğimi sandığımda gittiğim
yoldan gittim. ;)
Şemsiye aldım, bordo-mavi! Kırmızı mavi daha doğrusu. :D
Not defteri aldım. Boş bir kap aldım, çay koymak için içine.
Ev ayakkabısı aldım. Beyaz etiket aldım, yazısız çizgisiz. Bir şeyler
düşünüyorum onunla ilgili. 1Euroya 2 tane küçük rüzgar gülü aldım. Nedensiz! J veeeeeeeeee limon! :D
limonla kardeş olmam lazım yine iyileşmek için.
Kasaya geldim. Çocuk sormadan poşet istedim. Ama anlamadı.
Parmağımla gösterdim. “Una bosa” dedi. Ben de azcık İtalyancamla anladığım bu
cümleye “Si” cevabını verdim. Parayı verdim. Üstünü ve fişleri bana verirken
bir şeyler dedi ama ben anlamadım. Gülümsedim ve çıktım. J
Oradan kontör almaya gittim. Oradakilerin İngilizce
bilmediklerini bildiğim için not defterime lebara, telefon numaramı ve 20 Euro
yazdım. Kıza gösterdim. Yükledi. 10 Euro da bedava geldi. J kıza 50 Euro verdim.
Bana 46 Euro gibi bir para üstü verdi. Fazlasını geri verdim ama anlamadı bana
tekrar verdi. O sırada yanımdaki kadın ona açıkladı. Şaştığım yanımdaki kadının
anlayıp kızın anlamaması oldu. J
30 Euro’mu alıp gülerek dışarı çıktım. O kadar çok gülmüşüm ki neredeyim diye
çevreme baktığımda olduğum yeri tanımadığımı fark ettim. Ama korkmadım, yer yön
duyguma güvenim sonsuz. Sadece İstanbul’da işe yaramıyor. Dosdoğru devam ettim
yoluma. Khalil Gibran kolejini görünce daha önce buradan Feli’nin arabasıyla
geçtiğimi hatırladım.(başka bir yer olsa hatırlamazdım. Ama Khalil Gibran’ın
adını görmeyi beklemiyordum. Hem de Madrid’de. Takdir ettim İspanyolları bir kez
daha. Biz olsak yapmayız.) Normal gideceğim yolun arka sokağından gidiyordum
yani. 5 dk sonra evimi gördüm ama o gördüğüm yere varmam 15 dkmı aldı. J
Eve zar zor attım kendimi. Odama gittim, Dilara’yı aradım
ilk kez. 6 dk konuştuk. J
Özlemişim pıtırcığı.
Sonra koşarak mutfağa gittim, tabi ki ellerimi yıkadıktan
sonra. Mantarlı bir yemek yaptım hemen, bir tane de ton balığı açtım. 3 dilim
ekmekle oturdum yedim. Öyle güzeldi ki. J
Sonra yine “The bigbang” için TV’nin karşısına oturdum.
Marta geldi o sırada. Üstünü filan değiştikten sonra o da bir şeyler hazırlayıp
yanımda yedi. O yerken konuştuk biraz. Ona kaybolduğumu anlatmam 10 dk sürdü.
Her bir kelime için sözlüğe baktım. J
sonra bana İngilizce öğreten bir kanal olduğunu söyledi Açmasını rica ettim. O
kadar komikti ki. Böyle korku filminden çıkmış gibi bir adam var. İngilizce
konuşuyor ama gözleri filan korkunç. Hiç hoşuma gitmedi. Ya korkuttu ya
güldürdü. Sonra “How I met your mother” başladı. Onu izlerken ben, Marta
şekerli şeyler almak için dışarı çıktı. Sevilay ona “Sen sadece şekerle
besleniyorsun.” diyormuş. J
Geri gelince internet hakkında konuştuk. Yarın gidip konuşacakmış. Sonraki gün
de bağlanır heralde.
Sonra da çayımı yaptım. Bol bol limonlu içtim. Şimdi
termosumdan döküp tekrar içeceğim. İyileşmem lazım haftaya kadar.
Feli bana okulun her yıl onlara verdiği ama hiç kullanmadığı
ajandayı verdim. Öğretmen olarak ilk ajandam olacak bu. Öyle çantama koyduğum
küçüklerden de değil. Büyük ihtimal yanımda taşımaya üşeneceğim ama şimdilik
kullanırım. Çünkü her şey çok karışacağa benziyor. J
Saat 20:36! 1 saattir yazıyorum. Konuşacak birisi
olmadığından ve paylaşmayı sevdiğimden olsa gerek bu hasta halimde yazıyorum.
Tabi Barış Manço da dinliyorum. Ve hangi şarkı şuan?
“Hemşerim memleket nere?” Tam şu anımı ve her anımı
anlatıyor. Sözlere bak ya;
+Hemşerim memleket nere?”
-Bu dünya benim
memleket.
+Hayır anlamadın. Hemşerim esas memleket nere?
-Dedim ya yahu, bu
dünya bizim memleket!
Seni çok seviyorum Barış Abi. Ben şuan burada bu yazıyı
yazıyorsam bunda büyük etkin var. Küçükken seni izlerken, bağıra bağıra
“domates biber patlıcan” söylerken, büyüyünce senin evini defalarca gezerken,
şarkılarını dinlerken bana kattığın şeyler için teşekkür ederim. Mekanın
cennettir umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder