1 Ekim 2012 Pazartesi

25 Eylül


25 Eylül 2012
4. gün.
Okulda 2. J

Ama sanki 1 aydır o okuldaymışım gibi rahat hissediyorum kendimi. Mükemmel bir şey bu. Şuana kadar uyum sağlayamadığım bir iki yer oldu gerçi, ama bu kadar erken ve mükemmel bir şekilde olmamıştı hiçbiri. J

Yine bir sürü güzel şey oldu. Küçücüklerimle her şey çok güzel zaten. Bugün 10.30’da gidecektim okula. Ama sabah 8de uyandım. 1 saat yatakta dönüp uykuda kazandığım sakinliğimi kaybederek uyandım, tabi ki gergin bir şekilde. Üzerimi giyindim. Makyajımı yaptım. İşte tam bu anda Sevimnur’u andım ve bir kahkaha attım. Tüm yıl boyunca sümsük sümsük dolaştıktan sonra makyaj yapmak değişik geldi. Ama aynaya bakınca Sevimnur’a hak verdim. Evet, doğallık da çok önemli ama zaten makyaj dediğim şey de 2-3 şeyden ibaret. Yani hala doğaldım!

Hava soğuk olduğundan şalımı aldım. Şu kocaman siyah olanı. ;) sırt çantamı da taktım düştüm yola. İlk kez yürüyerek ve tek başıma gideceğim için panik yaptım. Tabi bu paniğe bir de elimde çöp poşetiyle çöp kovalarına bakıp karar vermek eklenince yine gerildim. Herkes bana bakıyor, ben çöp kutularına. Yazılar İspanyolca, resimler karmakarışık. Birinin ambalaj diğerinin çam olduğunu anladıktan sonra 2 tanesi kaldı geriye. Uzun uğraşlar sonucunda birisinin kağıt, diğerinin de normal çöp olduğunu anladım. Çöpü atıp hemen yürümeye devam ettim.

Sağdaki yola gireceğimi biliyordum ama emin olamamak var ya işte. Yine de saptım sağa. Baktım tren yolu geçiyor üstten. Anladım ki doğru yerdeyim. Devam ettim. Sonra “ahora mas” adlı marketi gördüm ardından kocaman bir kavşak. Trafik ışıkları da uzaktaydı ama mecbur yürüdüm. Karşıya geçtim. Sonra hiçbir yere sapmadan beni dosdoğru okuluma götürecek olan yola girdim. Karşıma değişik değişik mağazalar, insanlar çıktı. Saate baktım daha 10 dakika olmuş ben yola çıkalı. İlk kez yürüyeceğim için erken çıkmıştım ama abartmışım yine kimseyi bekletmeyeyim diye.  5 dakika sonra okuldaydım ve yarım saatim vardı hala. Ben de okulun çevresini araştırmaya karar verdim. Üst tarafta çok güzel bir park var. Orada biraz oturup güneşte ısındım. Kulaklarım donmuştu ve başım ağrıyordu rüzgardan. Sonra okulun aşağı tarafına geçtim oradaki restaurantlara baktım. Zaman gelince de okulun kapısına geldim. Kilitli olmasını bekliyordum.  Ama açıktı. Tabi bir diğer kapıyı unutmuşum. Allahtan Jose oradaydı, bana kapıyı açtı. Ve diğer kapıyı kullanmam gerektiğini İspanyolca olarak hatırlattı. Nasıl anladım bilmiyorum! J

Gittim Feli’yi buldum. Hep beraber oyun bahçesine çıktık. Çocuklar beni görünce hemen selam verdiler. Ben de “hello” dedim her birine. Oyun saati bitince sınıfa gittik.

Ders İspanyolcaydı. “Mumi” adında bir karakterleri var. Kendileri gökkuşağının öbür ucunda yaşıyormuş. Eline bir şey almış böyle çarşaf gibi. Onunla tüm dünyayı geziyor. Bugün Avustralya’daydı. J Bu hikayeyi dinledikten sonra Feli’yle çocuklara kitaplarını dağıttık. Her bir kitabın üstüne aslarının yazdığı yapışkanlardan yapıştırdım. Tüm materyaller mükemmel hazırlanmış. Daha sonra Feli bir kutudan bir şey çıkartmaya çalışıyordu. Ben de yardım ettim. Bir baktım çok şirin bir dünya haritası. Onu tahtaya astık. Feli İspanyolca Mumi’nin gittiği yeri gösterdi. Sonra da Türkiye’yi gösterip benim oradan geldiğimi söyledi. Çocukların hepsi aynı anda bana baktı. J Daha yakından geldiğimi düşünüyorlardı belki de.

Sırada İngilizce dersi vardı. Dersi ben işledim. J Çok eğlendim. Feli bir Powerpoint açtı, vücudumuzun bölümleriyle ilgili. İlk aktivitede “Karagözle Hacivat”ı görünce çok şaşırdım. Bu ikisinin de Türkiye’den geldiğini söyledikten sonra akıllı tahtada parçalara ayrılmış Karagöz’ü birleştirdik çocuklarla. Çok hoşuma gitti, vücudun parçaları her biri farklı yerde. Sen doğru parçaya dokunduğunda o parça sol tarafa geçiyor ve vücut oluşmaya başlıyor.

Kimin tahtaya geleceğini seçmemi bana bıraktı Feli. O kadar zor oldu ki yine. Bu konuda hala zorluk çekiyorum. Hepsi kalkmak istiyor. Kalkmadıklarında üzülüyorlar. Ama asıl zorlandığım şey yanlış yapan iki çocuğa İngilizce bir şeyler dememe rağmen beni anlamadıkları için üzülmeleri oldu. Zaten ne diyeceğimi bilemedim. Anlasalardı işe yarar mıydı, onu bile bilmiyorum. Bu konuyu da çözmem lazım.
Karagözden sonra Edi’yle Büdü’yle karşılaştık. Edi’nin yüzünün parçalarını birleştirdik. Sonra pinokyo’nun şarkısı söyledik, tabi ki dans ederek. J Benim yaptığımın aynısını yapmaya çalıştıkları için çok komik göründüler.
Veeee benim en sevdiğim şarkılardan biri olan “head shoulders knees and toes”u söyledik. Bunu tam olarak bildiğim için bu daha eğlenceliydi. Tabi çocuklar benden çok eğlendi. 6 kere söyledik herhalde şarkıyı. Nefes nefese kaldım. J

En son da “goodbye” şarkımızla bitirdik dersi. Ders bittikten sonra toparlanmaları ve oyun oynamaları için 15 dakikaları oluyor. Bu sırada gidip birisinin yanına çömelip nasıl olduğunu sordum. İspanyolca bir şeyler anlatmaya başladım. İspanyolca “İspanyolca bilmiyorum.” dedim. Suratı asıldı. Ama sonra yanındaki arkadaşlarına sessizce bir şeyler söylemeye başladı. Sanki duysam anlayacağım. J 20 saniye sonra 10 tanesi birden aynı şeyi bağırmaya çalıştılar. Gerçekten çok korktum kötü bir şey söylüyorlar diye. O sırada feli geldi. “You are pretty.” diyorlarmış. Güzel anlamında mı yoksa şirin mi demek istediler bilemiyorum. Ama pretty ikisini de kapsar bence. ;)

Çocukları ailelerine teslim ettikten sonra Nieves’le Teresa’nın odasına gittik. Parmak izim ve giriş kodum için. Bilgilerimi verdim. O sırada onlar benim hakkımda konuştukları fakat ben anlamadığım için güldüm. J Neden güldüğümü sordu Nieves. Ben açıklayınca o da güldü. J

Bunu da hallettikten sonra Feli, Nieves ve ben kira kontratımı imzalamaya gittik. Kontratın çıktısını aldıktan sonra Feli bana tüm maddeleri açıkladı. Bir madde ‘kaldığım odayı kiralamamam’ gerektiğiyle ilgiliydi. Ben çok güldüm buna ama bunu yapan çok kişi varmış J 3 kopyanın her bir sayfasını imzalarken Feli yardım isteyip istemediğimi sordu. :D

Sonra bankaya gittik. Eylül ayının yarısını ve depozitoyu yatırdık. J Çıktığımızda Feli bana, ev sahibimin eğer param yoksa Eylül için 1 haftalık para verebileceğimi söylediğini söyledi. Çok tuhaf hissettim o an. J Anlayışlı insanlar. Zaten adam gördüğüm en rahat insanlardan.

Okula geri döndük. Feli’yle sınıfa gittik. Çocuklara yaz tatilinde ödevlerini yaptıkları için madalya hazırlamıştı Feli. Ben üzerlerine adlarını yazdım. Yarın onlara vereceğiz. J

Okuldan eve gitme zamanı geldi. Nieves’in şirin ısrarına rağmen, yürüyerek geldim. Tabi nasıl geldim orası ayrı bir konu. Sevimnur’u aradım. Bu sefer açtı. J Kahkahalarla konuşarak yürüdüğümü ve insanların yabancı olduğumu anladıklarını fark ettiğimde 4 dakika konuşmuştuk. Güya fark edilmemeye çalışacaktım başıma bir şey gelmesin diye. Bu çeneyle olmadı yine. J Yol üstündeki markete girdim. Birinin sürekli bana baktığını hissettim. O yana döndüğümde cidden bakıyordu. Alacaklarımı aldım, kasaya gittim. Kadın bana bir şeyler sordu. İspanyolca bilmiyorum dedim İngilizce. Poşeti gösterdi. İstemiyorum dedim. J Aldıklarımın hepsini sırt çantama tıkmaya çalıştığımı görünce güvenlikçi amca ( :p ) eve kadar onlarla gidemezsin dedi. Bunu da nasıl anladığımı bilmiyorum, ama eminim öyle dediğine.

Sonra çıktım ki o bana bakan çocuk dışarıda yavaş yavaş yürüyor. Sonra döndü bana baktı. Ben yürümeye devam ettim. Benim gideceğim yola sapınca geri döndüm. Başka bir yol bilmiyordum eve ama yön duyguma güvenerek tam tersi yürümeye başladım. Bir ara onu tekrar gördüm gibi ama emin değilim. İleriden sola dönünce benim evi gördüm, epey uzaklaşmıştım ama yaşadığım korkudan sonra bir şey değildi o. Eve geldiğim gibi kapıyı kilitledim. İnşallah ben yanılmışımdır. Çünkü her gün aynı yoldan aynı saatte gidip geleceğim. L

Marketten kola, portakal suyu, ton balığı, mantar ve kesilmiş sebzeler almıştım. O sebzelere mantarı ve evdeki domatesimi ekleyince mükemmel bir makarna sosu çıkardım ortaya. Makarnayı da körili yaptım. Bir bardak kolamı da aldım TV’nin karşısına kuruldum. Tabi ekmek de ısıtmıştım. J

Yine aynı saatte yemek yediğim için yine “the bigbang theory” vardı. O kadar komik ki İspanyolca dublaj izlemek. Hiçbir şey anlamadığım halde güldüm. Demek ki anlıyorum ama anladığımı anlamıyorum.  “Sheldon” demeleri yetiyor zaten gülmem için. Öyle bir Sheldon denemez yani. Dimi Cemal? ;)

 Asıl bomba bigbangden sonra geldi. Dün bitince odama geçmiştim. Bugün merak ettim adını görünce. Tabi “How I met your mother”ın adını bile çevireceklerini düşünmemiştim. Barney’i kim seslendiriyorsa tebrik etmek lazım. Aynı gıcık sesi bulmuşlar. J Barney’i görünce aklıma tabi ki Cemal geldi. Aradım, anlattım filan. Tam okuldaki çocukların hep beraber bağırmasını anlatıyordum ki telefon kapandı. Kontörüm bitmiş. L Her gün annemle konuştuğumu düşünürsek, annemden başka insanları cep telefonundan aradığımı düşünürsek fazla bile gitmiş o kontör. Neyse ben hevesim kursağımda kaldı diye üzülürken Cemal aradı. Cümlemi bitirdim ve kapattık. J malum Türkiye’den burası epey pahalı..

Sonra bulaşıklarımı yıkadım. Özel çayımı yaptım çünkü çok soğuktu bugün. Hasta olmak istemiyorum. Çocukları da hasta ederim sonra. L

Çayımı içip how I met your motherı bitirdikten sonra odama geldim. Film izleyeyim dedim ama olmadı. Banyo yaptım ve bu yazıyı yazmaya başladım. Saat 21:04. Birazdan gidip kalan makarnamı yiyeceğim.
Her gün bir sürü şey yazıyorum ama hala yazmadığım ve yazmam gereken bir sürü şey var. Okulla ilgili özellikle. Ömrüm boyunca unutmamam gereken şeyler öğreniyorum. Danimarka’dan kalan şeyler sadece yazdıklarım. O yüzden yazmam lazım. Ama çok yorgunum. Tüm gün ayakta durunca ve hareket edince tabi. 3 ay boyunca uyuduktan sonra ağır geldi.

Kısaca burada her şey çok güzel. Nasıl bu kadar sorunsuz bir hayatım oldu o kadar kötü zamanlardan sonra bilmiyorum. Değişiklik iyidir der dururdum ya. Artık öyle demiyorum.

DEĞİŞİKLİK MÜKEMMELDİR. CANDIR DEĞİŞİKLİK, CAN!

4 yıl Türkiye’de okuduktan sonra, ilk stajımı Danimarka’da, ilk öğretmenliğimi İspanya’da yapıyorum. Eksiklik bende değil gibi görünüyor.  ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder