24 Eylül
2012
İ Hola !
Madrid’deki 3. , okuldaki ilk günümdü bugün. Çok tuhaf ve çok güzeldi.
Sabah Nieves
aldı beni evden, 08:30’da. Okula gittik. 09:00’da ders başladı. İlk Feli’nin
çocuklarıyla tanıştım. 4 yaş grubu. J
Anlatamam nasıl olduğunu, o kadar şirinler ki. Gidip teker teker hepsini
öpmemek için zor tuttum kendimi. Birkaç tanesi hele küçücük. J
Önce beni
tanıttı Feli. Sonra ben İngilizce kendimi tanıttım. Tanıttım derken adımı
sordular, söyledim. Naıl olduğumu sordular, söyledim. J
Sonra onlar
teker teker “My name is ……..…” diye
kendilerini tanıttılar. Tabi gitgide “my name is” yok oldu ve sadece adlarını
söylemeye başladılar. Bunu yaparken bile çekinenler vardı. Haklılar ama. Hem
çok küçükler hem de onlar için yabancıydım. Hem de kendi dillerini bilmeyen bir
yabancı. J
Yine de bana
baktığında hepsi gülümsüyordu. Ben de hep gülümsedim.
İlk fark ettiğim şey; bir sürü Alejandro, Adrian ve Paula olduğu. Her sınıfta 2 tane mutlaka var.
İlk fark ettiğim şey; bir sürü Alejandro, Adrian ve Paula olduğu. Her sınıfta 2 tane mutlaka var.
İngilizce
öğretti Feli. Her dersin başında 30’a kadar sayıyorlarmış. Haftanın günlerini
sayıyorlarmış. Ve önceki yıl öğrenilen kelimeleri tekrar ediyorlarmış.
Kelimeleri PPT ‘yle sayıyorlar. Tam bu esnada Feli bir anda “Şimdi Arzum
okusun.” deyince donakaldım. :D Ama okudum kelimeleri. “Squirrel” hayvanından
nefret etme durumuna geldim neredeyse. Öyle bir adı var ki her söylediğimde
farklı çıkıyor ağzımdan. :D
Materyaller
mükemmel. Bir sürü ‘flashcard’ var, bir sürü. Her konu için. Akıllı tahta var
her sınıfta. Dersini aldığım halde kullanmak ancak nasip oldu. (Gerçi dersini
de Danimarka’da almıştım. Güzel ülkem bu konuyla pek bir ilgili ya(!) Feli
duvarda asılı olan “sonbahar” başlıklı posteri bilgisayara atmış, oradan da
akıllı tahtaya. Oradan işledik o konuyu. Daha önce zaten poster üzerinde
çalışmışlar fakat İspanyolca. Burada ben de bir şeyler öğrettim. J İspanyolca
öğrendikleri şeylerin İngilizcelerini söyledim. Feli bir öğrenciyi seçti
(istekli olan birini!), o yanıma geldi. Onlar için hazırlanan basamağa çıktı ve
parmağıyla söylediğim nesneyi yuvarlak içine aldı. Tabi burada en çok dikkat
ettiğim şey göz teması ve dizlerimin üstüne çömelmek oldu, onlarla aynı boy
seviyesine gelebilmek için. Tam da sırası gelmişken önce Fulya hocama sonra
Gonca hocama sevgi, saygı ve her türlü güzel şeyi gönderiyorum buradan. Eğer
onlar olmasaydı, diğer hiçbir hocamdan bunu yapmam gerektiğini öğrenmeden mezun
olurdum.
Nesneleri
sorarken arada renkleri de sorduk. Onları da bildiler. Çok iyiler. J
Ve en
sevdiğim bölüm geldi: Goodbye song- Dream English. Youtube’da bir video
açtı Feli. Başta çok da dikkat etmedim. Sonuçta binlerce video var İngilizce
öğretmek için. Ama bu bir başka. Şuana kadar gördüğüm, izlediğim, duyduğum,
bildiğim en iyi video. “The Very Hungry Caterpillar”dan bile iyi. O derece. J
Her dersi bu
şarkıyı dinleyerek bitiriyorlar. Feli onlara ayağa kalkmalarını söylediklerinde
neden hepsinin suratında kocaman gülümsemeler oluştuğunu şarkı bittikten sonra
anladım. Çünkü bundan sonra benim suratımda da aynı ifade olacak. J
Videoda bir adam
var, adam da şirin. Çocukları asla germeyecek hatta onlara kendisini sevdirecek
biri. İşte o adam şarkıyı söylüyor ve söylediği şeyleri yapıyor. Tahmin
edilebileceği gibi şarkı basit emir cümlelerinden oluşuyor. Gerçi ben bile 1
kelime öğrendim o kısacık şeyden ama çocuklar sürekli dinlediklerinden hiç
zorlanmadılar.
Neyse işte o
adam önce ellerini çırp diyor, sonra etrafında dön diyor, sonra zıpla diyor,
sonra 4’e kadar sayıyor. Sonra “goodbye…” diyor. “See” derken iki parmağını da
gözlerine götürüyor. İkinci bölümde yine el çırpıyoruz, bedenimizi
sallıyoruz(en çok burada eğlendim, çocuklar da bana gülerek eğlendi. J) oturuyoruz,
kalkıyoruz ve yine “goodbye…”
Gördüğüm
kadarıyla aynı adamın başka videoları da var. Netim olduğunda ilk işim onları
izlemek olacak.
Feli’nin
sınıfından sonra Nieves’in sınıfına gittim. Aman Allah’ım! Onlar da çok
şirindi. Nieves de beni tanıttı. Onlar İspanyolca öğreniyordu, harfleri. “P”
harfiydi bugün.
Bir çocuk
Nieves’in masasına gelmiş, ağlıyor yapamadığı için. Çok üzüldüm. Zaten küçücük.
Bir de yaşıtlarının Türkiye’de koşup oynadığını düşününce daha da üzüldüm.
“Yardım edebilir miyim?” diye sordum ama beni anladığını sanmıyorum. Nieves
“iyi olur.” Der gibi bana gülümsedi. Gittim, o minicik kalem tutan elini
tuttum. Beraber yazdık. Ha bu arada onların el yazısı bizimkinden birazcık
farklı. P harfi kuyruklu n harfine benziyor. Ama yine de yaptık beraber. Tek
başına denediğinde yine yapamadı, daha fazla ağlamaya başladı. O sırada Nieves
diğer çocuklarla ilgilenmek için gitti. Biz baş başa kaldık. Bir başka kelimede
de yardım ettim. Kendisi denediğinde yine olmadı. 4 harfin 3ünü doğru yazıyor
ama 1inde yanlış var diye çok ağlıyor. Her doğru yaptığı harf için “very good”
dedim. Ama anlamadığını anlayınca “muy bien” demek zorunda kaldım. Çocuk
gülümsedi. J
Ama deneyip tekrar yapamayınca tekrar ağlamaya başladı. Bu sefer bir şeyler de
dedi. Tabi ben anlamıyorum. Tuttum elinden Nieves’in yanına götürdüm. Meğerse
annesinin yanına gitmek istediğini söylüyormuş. J
Üzüldüm ama yapacak bir şey yok. Seon kelimeyi de beraber yazdık. Gitti
Nieves’e gösterdi. Nieves de “muy bien” deyince sanki hiçbir sorun yokmuş gibi
gitti, masasına oturdu ve resim yapmaya başladı. Resmini bitirdikten sonra
geldi bana gösterdi. Ben de “muy bien” dedim, mutlu oldu. J
Tabi ben
onunla ilgilenirken aynı ilgiyi bekleyen çocuklar da oldu. Bu minikten sonra
onlarla da ilgilendim. J
Hemen hemen hepsi
gelip resimlerini gösterdi, hepsine teker teker “muy bien” ve “very well”
dedim. :)
Saat 10:45
olduğunda bahçeye çıktık, hep beraber. Tüm kreş çocukları o saatte bahçeye
çıkıyor. 11:15’e kadar oyun oynadılar. Düşen kalkan, gelip burnumu çek diyen. J
Sonra
Nieves’le farklı bir sınıfta derse girdim. Harfleri “flashcard”larla
öğreniyorlardı. Sonra günleri saydık ve
yazdık tahtaya. Daha sonra da 30a kadar saydık. Bu sırada fark ettim ki ben
15’ten 17’ye geçiyorum. Sixteen demiyorum. Çok ayıp! Nasıl düzelteceğimi
bilmiyorum. Sanırım Feli ilk derste fark etti bunu. Yarın ona soracağım. J
Sonra da
Feli’nin sınıfına gittim. İspanyolca oyun oynuyorlardı akıllı tahtada. J
Sonra Feli’yle 2 farklı sınıfa daha gittik. Onların birinde boya kalemlerini göstererek kalemin rengini sordum. Onlar söyledikten sonra 2 kez ben söyledim. J
Sonra Feli’yle 2 farklı sınıfa daha gittik. Onların birinde boya kalemlerini göstererek kalemin rengini sordum. Onlar söyledikten sonra 2 kez ben söyledim. J
Tabi bu
sınıfların her birinde dersi bitirirken aynı şarkıyı söyleyip hareket ettik. :D
En son da
Feli’nin sınıfına gittik. Çocukların oyun saatiydi. Her biri sınıfta geze geze
bir şeyler oynadı. Kiminin oyuncağı vardı. J
İşte o çocuklardan biri elinde kırmızı arabasıyla bana geldi. En az 10 cümle
söyledi. İspanyolca bilmediğimi söylememe rağmen devam etti. Sonra da
anlamadığım için bana kızarak “uf” deyip dönüp gitti. J
Bir de
bahçede burnunu Feli’ye çektiren çocuk, peçete almak için masaya geldi. 1 tanecik
aldı. Ben de 2 tane daha aldım ona vermek için. Yanına gittim, çömeldim.
Peçeteyi uzattım, peçeteye doğru eğildi. J
Ben de burnunu çektim. Hem de tam annelerimizin yaptığı gibi “hıh yap bakim”
dedim. J
Anlamadığı için güldü ve gitti. J
Tabi bu
sınıfların her birinde dersi bitirirken aynı şarkıyı söyleyip hareket ettik. :D
Evet, gün
sonunda belim ağrıyordu ama o kadar eğlendim ve o kadar çok şey öğrendim ki
ağrı umurumda olmadı. J
Bu öğrenme aşkım hep olsun, hiç gitmesin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder